Günlük arşivler: Ocak 21, 2014

TEKNOLOJİ /// Tayfun Acarer : Yasak Bunun Neresinde ?

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı (BTK) Tayfun Acerer, NTV’de Ahmet Ergen’in sorularını yanıtladı. İnternet sınırlamasıyla ilgili detaylı bilgi veren Acarer, bunun bir yasaklama olmadığını söyledi.

Acerer röportajından öne çıkanlar;

İnternette yeni yasak tartışmaları devam ediyor. Bu tasarıya bu düzenlemeye neden ihtiyaç duyuldu ve ne hedefliyor bu düzenleme?

Anlayamadığım konu yasak bunun neresinde? Yapılan düzenlemenin devletle ilgili hiçbir tarafı yok. Sadece bir nokta var onun dışındaki düzenleme tamamen kişilerle ilgili kişilerin mağduriyeti ile ilgili düzenleme. Bugün kendisi ile ilgili hakaret içeren bir yazı internette yayınlanan bir kişi, hiç tasvip etmediği bir resmi veya bir videosu yayınlanan kişi nereye başvuracak, ne yapacak? 10 kişiye sorsak 9 tanesi doğru prosedürü söyleyemez. Bununla ilgili prosedür oldukça uzun ve sonuçsuz bir süreç. En sonunda gittiğiniz mahkeme ki doğrudan mahkemeye de gidemiyorsunuz. Mahkemeye gittiniz mahkeme dedi ki siz haklısınız videonun çıkartılması dedi. Ama sonuç sıfır. Bu kararı uygulayacak yer sağlayıcıların yüzde 90’ı yurtdışında. Onlar da bu mahkeme kararıyla bir yükümlülükleri olmadığı için kararlar yerine gelmiyor.

Kanunda geçen iki tane olay var. 1; kişilik haklaırnın ihlali… 2’ncisi özel hayatın gizliliği… Bu iki farklı olayda vatandaşa iki farklı hareket imkanı getiriyor. Kişilik haklarının ihlal edildiğini düşünen kişi doğrudan sulh ceza mahkemesine başvuruyor, mahkeme de 24 saat içerisinde haklı ya da haksız diye karar veriyor. Bu karar yeni kurulan birliğe gönderiyor. Birlik, erişimin engellemesine karar veriliyor. İçerik çıkartılmıyor, erişim engellenmiyor. Değişen şey, içeriğin çıkarılması ikinci plana alıyor, mağduriyetin giderilmesi için erişim engelleniyor. Yer sağlayıcı ile içerik sağlayıcı çok farklı. İçerikle ilgili sorun kaldırılsa zaten şu anki sorunlar yaşanmaz. Rahatsızlık duyulan yazıya ya da videoya URL bazında -yani sadece yazıya yönelik- adres engelleniyor. Site kapanmadan şikayet edilen dosyaya erişim kapatılıyor.

Belki erişim engellenmesi durumuyla karşı karşıya kalmamak için servis veya hizmet sağlayıcılarının daha titiz davranacağı bir süreç mi olacak?

Aslında dediğiniz olsa sorun kalmaz. Yer sağlayıcı ile içerik sağlayıcı çok farklı. Yer sağlayıcılar büyük arama motorları büyük siteler. Erişim sağlayıcıları onlara giden yolu temin etmeye çalışan işletmeler. İçerikle ilgili sorun kaldırılsa zaten şu andaki sorun olmaz. Burada mahkemenin almış olduğu karar rahatsızlık veren o yazıya, resme, videoya neyse URL bazında yani tüm siteye yönelik değil de sadece o resme veya yazıya yönelik adresi engelle diyor. Artık sitelerin kapanmaması yolunda da çok ciddi bir adımdır bu.

Örneğin bir A sitesinde yayınlanan bir dosyayı videoyu A sitesini kapatmadan o dosyaya erişim şeklini kapatmak.

Aynen öyle. Zaten yer sağlayıcı Türkiye’deyse zaten mahkemesinin kararını yerine getiriyor içeriği de çıkarıyor. Ama daha fazlası yurtdışında olduğu için öncelikle yolu keselim sonra içeriği çıkaralım. Özel hayatın gizliğindeyse durum daha acil. Bununla ilgili istenmeyen bir resim bir video bu gerçekte olabilir veya kurguda olabilir, montajda olabilir. Bu videodan mağdur olan kişi kısa sürede bunun yayılmasını engellemek için doğrudan TİB aracılığıyla birliğe ulaşıyor ‘ben buyum şu URL adresli videoyu engelleyin’ Burada daha mahkeme kararı yok, fakat kişi kendini ispatladı. Çok kısa sürede en geç bir saat içinde bu sorun çözülecektir. Ama kanuni tarafı eksik kaldı. Bunu yapan kişi 24 saat içinde mahkemeye başvurup 48 saat içinde de mahkemeden karar doğrudan TİB aracılığıyla aldırabiliyor.

Peki bu yayın engelleme kararının kalıcı olacağı haller var mı?

Mahkeme sizi haklı bulmuşsa o URL’ye erişim siteye değil IP adresine değil sadece o resme veya yazıya erişim kalıcı olacaktır mahkeme kararı olması şartıyla.

TİB başkanının reysen yasaklama yetkisi sözünü ettiğiniz kapsamda mı yoksa başka noktalarda var mı?

O yetki dikkat edin o kanun maddesinde özel hayatın gizliliği ile ilgili bir konuda olacak. Bununla ilgili vatandaş kendisi işlem yapamayacak durumda olacak. Zaten vatandaş bundan rahatsızsa kendisi işlem yapar. Demek ki mağdur olan kişi belki hastandır, belki ameliyatlıdır, belki uzak bir seyahattedir, Türkiye’de değildir veya ölmüştür. Yani kendisi bir nedenden kendi hakkını koruyamıyorsa bu durumda TİB başkanı özel hayatın gizliliği ilgili konuda devreye girip erişimi engellemesi mümkün. Ancak bundan rahatsız olan başkaları varsa mahkemeye gidip bu erişimi kaldırabilir.

İnternet trafiği bilgilerinin belirli süre saklanması bir diğer tartışmalı konu. Buna neden ihtiyaç duyulduğu yönünde tartışmalar var. Sadece trafik bilgisi mi saklanacak yoksa içerikle ilgili bir saklanma olacak mı yönünde kaygılar da var.

İçerik nedir trafik nedir onu ayırmak lazım bir kere. Eskiden çok mektup kullanıyorduk. İnsanlar iki sayfa üç sayfa mektup yazar, üzerine de gideceği adresi yazar, göndereni yazar, onun adresini yazar bir de tarih sayı vurulurdu. Zarf trafiktir. Kimin kime gönderdiği adresi daha sonra da tarihi saati. İçindeki kağıtlar içeriktir. Buradaki olay tamamen trafik bilgisi… 6 aydan 2 yıla kadar saklanacak, içeriği ne yazıştığı ne görüştüğü o bilgiler olmayacak. Zaten seste bu var, telefonla konuşmada var. Hangi SİM kart hangi SİM kartı aradı ne zaman aradı, ne kadar görüştü, bu var. Bu iki şeyden gerekli. Birincisi parasal durumlardan. Faturanıza itiraz ediyorsunuz ‘Benim faturam bu kadar olmaması lazım’ diyorsunuz. Bir liste gönderiyorlar size oradan yaptığınız görüşmelerin tarihlerini saatlerini bedellerini yazıyorlar. İkincisi geçmişe yönelik bir olay araştırılacaksa trafikten bu araştırılıyor. Şimdi aynı olay internet için de geçerli. Ama metinler değil, görüşmeler değil sadece IP’lerin ve hangi gün hangi saatte aranma. İçeriği saklamak hukuken mantıklı değil, çünkü içeriği sakladığınız zaman oradaki bir zafiyette o işletmecinin lisansının iptaline kadar olay gider. İkincisi içeriği saklayacak server’ları, bilgisayarları satın almak sizi batırır. O aldığınız bilgisayarları koyacağınız yerin kirası, onların kliması sizi sıfıra götürür.

Halkın bir kesimini sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet ve bölge ayrımına dayanarak aşağılama suçu da artık site kapatma nedenleri arasında. Bu ifade muğlak olarak eleştirilip bir çok site buna dayanarak kapatılabilir deniyor. Acaba bunda başka bir noktaya bakılacak mı?

Hayır, tamamen kişilerin mağduriyeti orada dikkate alınıyor. Dikkat ederseniz 9 ve 9a maddeleri birisi kişilik hakları ihlali vatandaşın, ikincisi özel hayatın gizliliği; o da vatandaşın.

PROGRAM TAVSİYESİ : Baidu’dan Ücretsiz 2 TB Depolama Hizmeti

[​IMG]

Baidu tarafından kullanıcılara ücretsiz 2 TB alan sunuluyor.

Buradan ulaşabilirsiniz.

YABANCI BASIN : AB-ABD Anlaşmazlığı: Serbest Ticaret Müzakereler i Askıya Alındı

watching.jpg?itok=ubf6W1Fl

BRUKSEL — AB bugün yaptığı açıklamada ABD ile olan serbest ticaret müzakerelerinin anlaşmanın yatırım için teklif edilen bazı kuralları ile ilgili endişelerden ötürü üç aylık kamuoyuna açık görüşmeler yapmak maksatlı olarak kısmi askıya alınmasını anons etti. Sivil toplum örgütleri, milletvekilleri ve bazı yetkililer yatırımlarla ilgili teklif edilen kurallardaki boşlukların uluslararası firmalar tarafından hükümetlere dava açmaya imkan sağlayacaklarını söylüyorlar ve rahatsızlıklarını seslendiriyorlar.

AB ticaret şefi Karel De Gucht “ben Avrupa’da bu konu hakkında gerçekten kaygı duyan bazı insanlar biliyorum. Şimdi ben onların söylemek istediklerini söylemelerini istiyorum” diye konuştu. Serbest ticaret anlaşmasının tartışmalı olan bir bölümü yatırımcılara ya da uluslararası firmalara anlaşmanın yatırımlarla ilgili kılavuzuna bir ülkenin aykırı hareket ettiği iddia edildiği zaman bir ülkeye karşı tahkim talepleri getirmeye müsaade edilmesi ile ilgiliydi.

Avrupa Parlamentosu’nda merkez-sol bir milletvekili olan Bernd Lange “Bunu kabul etmek büyük şirketlere AB yasamasına aykırı bir şekilde kendi menfaatlerini tahakkuk ettirmenin kapısını açmak anlamına geliyor” diye konuştu. Devamı…

Çeviren: Süreç Analiz

(AP, EU Suspends Part of Free Trade Talks With US, 21 Ocak 2014)

YABANCI BASIN : Türkiye’yi Sarsan İmam

p1-bo828_gulan_g_20140120182220.jpg?itok=QmZGFfny

Münzevi imamın Türk Başbakan Recep Tayyip Erdogan ile olan idare-i maslahat bağlamlı siyasi evliliğinin dağılma yolunda oluşu türbülanslı bir bölgede bulunan Batı’nın en büyük müttefikinin istikrarını tehdit ediyor ve imam bugün yaptığı röportajında bir zamanlar partneri olan Erdoğan’a tamir edilemez bir ayrılığın en güçlü emaresi olmak üzere ateş püskürdü. WSJ’a röportaj veren Pennsylvania’nın Pocono Dağları’nda kendi kendini sürgün etmiş olan ve milyonlarca takipçisine hoşgörü mesajını vaaz eden karizmatik din adamı Fethullah Gülen on yıldan fazladır iktidarda olan Bay Erdoğan’ı reform yolundan vazgeçmekle suçladı.

“Türk insanı son iki yıldır demokratik ilerlemenin tersine çevrilmesinden üzgün” diyen Bay Gülen sorulara email yoluyla cevap verdi. Bu onun yolsuzluk soruşturması Erdoğan’ın hükümetini geçen ay krize sokmasından beri yaptığı böylesi ilk görüşme hüviyetindedir. Gülen, hareketinin –içeride Hizmet dışarıda Cemaat olarak bilinen- Erdoğan’ın İslamist eğilimli Adalet ve Kalkınma Partisi’ne bir karşı koyuşu görmeyi istediğini ima etti. Devamı…

Çeviren: Süreç Analiz

(WSJ, From His Refuge in the Poconos, Reclusive Imam Fethullah Gulen Roils Turkey, 20 Ocak 2014)

SURİYE DOSYASI : Cinayetin belgesi 55 bin fotoğraf

114776.jpg

Cinayetin belgesi 55 bin fotoğraf

Suriyeli 11 lise öğrencisi bir gece sessizce evlerinden çıkıp Deraa sokaklarında duvara “halk rejimi devirmek istiyor” diye yazdıklarında tarih 6 Mart 2011’di.

Amaçları Mısır’da Tahrir meydanını dolduran milyonlara bir selam göndermekti.

Ertesi gün hepsinin kapısı çalındı. Gelen rejimin polisiydi.

O lise talebelerinin hepsi tutuklandı. Hiçbiri siyasi bir faaliyetin içinde değildi. Hepsi önde gelen ve rejime destek veren aşiretlerin çocuklarıydı.

Aile reisleri toplanıp polise gittiler; valinin huzuruna çıktılar: “Bir cahillik yapmışlar, çocuklarımızı verin” dediler.

Aldıkları cevap “çocuklarınızı unutun” oldu.

Aileler unutmak yerine çocuklarının gece slogan yazdığı Deraa sokaklarına gündüz çıktılar. Beşar’a “evlatlarımızı geri ver..!” diye seslendiler.

Halkın patlayan bu öfkesi karşısında Rejim “tamam” dedi “çocuklarınızı size vereceğiz.”

Rejim sözünü tuttu çocukları ailelerine teslim etti. Ama üçü dışında hepsi ölmüştü. Çocukların tırnakları çekilmiş, her biri ağır işkence görmüştü. Gençlerin cesetleri paramparçaydı.

O gün 11 öğrencinin ailelerine kulak verilseydi bugün dünya işkencede öldürülen 11 bin insanın 55 bin fotoğrafını görmeyecek; utanmayacaktı.

İşkence görmüş çocukların cesetleri ailelerine teslim edildiği gün Türkiye oradaydı.

Esad’a adeta yalvardı. “Kıyma gençlere” dedi.

“Kendi halkını öldürme, zulmetme” diye araya girdi. Dünyaya “gelin şu işi durduralım” çağrısı yaptı.

Sözünü dinletemeyince Suriye’den, işkenceden, ölümden kaçanlara kapısını açtı.

Köyünden, evinden, yurdundan edilen insanların yanında yer aldı.

İnsanlığı savundu.

Zalim Esad’a karşı direnen, savaşan halka destek verdi.

Deraa’da işkence edilerek öldürülen lise talebelerini görmeyenler, Türkiye’nin önüne “kellesi kesilen adamların” fotoğraflarını koydular.

“Bak” dediler, “senin desteklediğin insanlar acımasızca kelle kesiyorlar.”

“Onu yapan Rejimin ta kendisi, o iş Esed’in marifeti” diyen Ankara’yı hedef aldılar.

Suriye’de halkını öldüren diktatörü görmeyenler “Türkiye terörü destekliyor” diye ortalığı velveleye verdiler.

“Peşaver sınırımıza geldi” diye yazdılar.

“Bir üniversite öğretim üyesinin gençlik hezeyanları” kampanyası ile Ahmet Davutoğlu’nu hedef tahtasına koydular.

Lime lime etmeye kalktılar.

“Esed terörü Türkiye’ye taşımak” istiyor diyenleri duymadılar. Reyhanlı saldırısının hesabını Şam yerine Ankara’dan sormaya kalktılar.

Şimdi ne yapacaklar?

Önlerinde işkencede öldürülmüş 11 bin Suriye vatandaşı var.

Nasıl öldürüldüklerini gösteren 55 bin fotoğraf da onları ikna edemeyecek mi acaba?

Hala TIR çevirip illa arayacağız diye feveran mı edecekler?

Türkiye nefreti bu kadar mı gözlerini kör etti?

Nedir bu Esed sevgisi?

Daha düne kadar terör üzerinden Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyordunuz.

Cenevre 2 Konferansı öncesi Kırıkhan’da, Adana’da aramaya kalktığınız TIR’larda silahı bulamadınız.

Kilis’te bastığınız İHH binasından El Kaide’yi bulup çıkartamadınız.

Bak çok sevdiğiniz Londra merkezinden geldi 55 bin fotoğrafın gerçek olduğuna dair rapor.

11 bin kişiye sistematik işkence yapıldığını söylüyor Londra’daki uzmanlar.

Deraa’da 11 lise talebesini işkence ettiği zaman Esed’e karşı çıksaydınız bugün 11 bin kişinin 55 bin fotoğrafına bakmak zorunda kalmayacaktı hiç birimiz.

Yazık oldu.

KOMPLO TEOREİLERİ /// ERGÜN DİLER : Türkiye durulmuyor !

1390260212536.jpg

Türkiye durulmuyor!

Durulmayacak da bir süre! İçeriden, dışarıdan geliyorlar.
Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı, en derin ve en iyi düşünülmüş operasyonuyla karşı karşıyayız!

Ülkeyi, devleti, geleceği çalmak, bu ülkenin çocuklarının tarih yazmasını, sahneye tekrar çıkmasını engellemek istiyorlar…
Küçük, sorunlu, iddiasız bir Ankara peşindeler!

Kontrolü kolay isimler, uzaktan yönetilen partiler, GAYR-I MİLLİ unsurlarla çalışmak ve ortaklık yapmak niyetindeler…
İstekleri net ve açık!

Ama Erdoğan ve Ankara onlar gibi düşünmüyor! İsteklerine "Evet!" denmiyor. Sıkıntı bu! İçinde bulunduğumuz durum tıpkı ünlü FORD hikayesinde olduğu gibi…

Amerika’da işsiz bir genç "Ben bu kısır döngüyü nasıl kırıp işin içinden sıyrılırım!" diye düşünür.

Hedefini de yükseğe koyar… Ne yapıp edip FORD’dan randevu almayı başarır. Ama tabii karşıdaki isim Ford! Tam 8 ay sonraya randevu verilir!

Delikanlı günleri saymaya başlarken o gün gelip çatar! Koşa koşa şirkete gider. Sekreter ayağa fırlayıp "Sayın Ford aracına binmek üzere aşağı iniyor. Koşup yakalayın!" der.

Genç merdivenlerden ışık hızıyla inip araca yapışır ve kendini bir şekilde içeri atar… Büyük patron hiç konuşmaz. Genç şaşkın bir şekilde adamı izler…

Ford bir süre sonra aracı durdurup yol üstündeki büyük bir MAĞAZAYI gezer! Katları tek tek dolaşır ve her adımda büyük bir saygıyla karşılaşır! Genç de yanındadır! Gençle tek kelime konuşmayan Ford araca döner.

Koşarak yerini alan genç "Efendim benimle iş görüşmesi yapmayacak mısınız?" diye sorar!

Ford sesini yükseltir "Demek öyle ha!" der ve aracı sağa çektirip gençten aracı terk etmesini söyler. Hırslı ve hedefi olan genç yürüyerek kan ter içinde kalarak evine döner.

Cebinde 5 parası olmayan genç adam gözyaşları içinde yürüdüğü kilometreleri hiç unutmayacaktır… Ancak akıllıdır! Bir taraftan da "Bana ne mesaj vermek istedi!

Almam gereken bir ders olmalı" diye muhakeme yapar!

Günlerce kafa patlatır! "Neydi neydi" diye evinin içinde dolaşır!
Sonunda Ford’la birlikte gittikleri mağazayı tekrar ziyaret etmeyi düşünür!

Giyinip kuşanır ve oraya gider! Hayretler içinde kalır! Çünkü oradaki herkes ona yanında Ford varmış gibi davranır! Akıllı genç adam şifreyi çözer ve "Sizin mallarınızı satmak istiyorum!" der ve teklifi hemen kabul edilir!

AKLINI devreye sokan genç adam 5 yıl içinde Amerika’nın en zengin 5 isminden biri olur! İlk görüşmeyi hatırlayıp Ford’tan randevu ister. O vakit gelir! Sevinç ve heyecanla Bay Ford’un odasına doğru adımlarını sıklaştırırken nasıl teşekkür edeceğini düşünür!

Karşısına dikilen Ford "Sen arabama aldığım ne ilk ne de son kişisin! Ama bir tek sen akıl ettin ne demek istediğimi! O günden beri hayranlıkla seni takip ediyorum" der…

İşte Erdoğan da OSMANLI’nın mirasına sahip çıkarak, Türkiye’yi büyütmek isteyerek, enerjiye koşarak, Kürtler’i kucaklayarak, bölgeye inerek TARİHİMİZİN BİZE BIRAKTIĞI MESAJI anlayan tek isimdir!

Anladığı için de başı dertten kurtulmamaktadır!

Türkiye Cumhuriyet’i başbakanlarından beklenen bu değildir! Bölgeyle ilgilenmesi ve oyun kurması ise hiç değildir!
Krizlerle, koalisyonlarla, çalkantılarla, cuntalarla cebelleşen bir Türkiye hedefinde ısrar edenlerin karşısına dikilmesi ise hiç ama hiç değildir!
İngilizler’in AĞROTUR ve DİKELYA, Amerikalılar’ın İNCİRLİK, Ruslar’ın da LAZKİYE’de üsleri var! Dünyanın gerçek ŞEYTAN ÜÇGENİ burasıdır!

Bizim ise yani asırlarca yönettiğimiz bölgeye inecek, müdahale edecek noktamız ise düne kadar sorunlu olan DİYARBAKIR’dır!
Bir de geride MALATYA vardır!
Oyun buradadır!

Bu ÜÇGENE hakim olan ENERJİNİN patronudur!
Türkiye bu üçgeni kaybetmemek için haklı olarak ESAD karşıtlarına yardım yapıyor olabilir!

Ama atılan her adımda birileri çıkıp MİT’in olduğu söylenen TIR’ları durduruyor! Türkiye’nin bölgeye ulaşmak için uzattığı eli kesmek istiyor!

Ankara, Irak’tan gelecek ENERJİ HATLARINI kendi kontrolünde Akdeniz’e indirmek istedikçe, birileri SURİYE’yi kaşıyıp Türkler’in olmadığı bölgeden denizle buluşturmak istiyor!
El Kaide safsatası bu nedenle son günlerde İNGİLİZ MEDYASININ ve içerideki uzantılarının dilinde!
El Kaide için 24 ARAP ÜLKESİNDEN tutuklu ithal edildi!
Özel anlaşmalarla salıverilen TUTUKLULARDAN İsrail dostu El Kaide yaratıldı!

Bu yapay örgütün tek amacı Suriye’yi karıştırıp Türkler’i bölgeden uzak tutmaktı!

Fas, Tunus ve Irak militanların özel taramalarla bulunduğu üç nokta! Başlarında BÜYÜK DEVLETLERDEN gelen sivil görünümlü komutanlar var! Bazıları Kuran-ı Kerim’i bile hatmetmiş!
Militanları ölüme göndermek için gerekli olan motivasyon tam yani! İşte içeriden dışarıdan saldırıya uğrayan Ankara’nın karşısındakiler bunlar!

Peki karşımızda olanların başında kim var?

Buna cevap vermek için tek şifreye ihtiyaç var: DİKTATÖR! Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviç Mısır eski Cumhurbaşkanı Mursi Tayland Başbakanı Shinawatra Tunus Cumhurbaşkanı Marzouki Yemen Cumhurbaşkanı Mansur Hadi…
Ve Türkiye Başbakanı ERDOĞAN! İngiliz medyasının altını özenle çizdiği DİKTATÖR tanımına giren liderler bunlar! "DİKTATÖR" demek "saldırın" demekti!
Öyle de yaptılar!

Peki; Suriye’de 250 bin kişi öldü.

120 bin kişi yaralandı. 3.5 milyon kişi de ülkesini terk etmek zorunda kaldı! Neden bir tek gün bile Suriye’nin ELİ KANLI LİDERİ Esad için ‘Diktatör’ denilmedi…
Bu işler böyledir!

Museviler’in sahibi olduğu ve Londra’nın koruduğu MEDYA hem içeride hem dışarıda Türkiye’yi hedefe koydu!
Sen OSMANLI’nın mirasını hatırladığında, onlar da "Biz seni bunun için mi yıktık!" diye başlar manşetlere!
İçeridekiler de kullanıldığını anlamadan saldırırlar!
KİRLİ OYUN böyledir!

Defalarca söyledim, yine söylüyorum!
Bu oyunu bozmak milletin elinde!
BİR VE BÜTÜN olmazsak gelip vururlar!
Suistimali kim yaptıysa en ağır cezayı alsın!
Gereken yapılsın!

Hem de bir an önce! Ama ne olur AKLINIZI bir ayakkabı kutusuna emanet etmeyin!
Bu ALGI ile içeriyi karıştırıp ülkeyi çökertmek istiyorlar!
Çözüm MİLLET’te!
Yani güç sizde!
Başka yerde değil!

NOT: Dün ziyaret ettiğim bir dostum "Batan gemide lüks kamara olmaz!" dedi!
Saldıranlar bir daha düşünsün!

SURİYE DOSYASI : Suriye’de 3 yılda yaşanan vahşet

suriyede_3_yilda_yasanan_vahset13902994520_h1118987.jpg

Suriye’de 3 yılda yaşanan vahşet

Esed rejimi 3 yılda 120 binden fazla insanı öldürdü. İşlediği insanlık suçlarıyla yakın dönemin en vahşi anlarını resmetti.

Suriye’de Esed rejimi 3 yıldır Suriye halkına sistematik bir şekilde işkence uyguluyor. Muhaliflerin sokağa indiği ilk andan itibaren sayısız insanlık suçu işleyen Baas rejimi 120 bin insanın ölümüne neden oldu.

İsyan ilk olarak, Arap Baharı’ndan etkilenerek, Ocak 2011 tarihinden itibaren küçük gösteriler halinde başlayıp büyüyerek, yolsuzluğa ve insan hakları ihlallerine karşı bir sivil başkaldırı olarak başlamıştır. Geniş çaplı gösteriler ise 15 Mart 2011 tarihinde güney şehri Dera’da ortaya çıkmıştır, bu yüzden Dera ilerleyen safhalarda "Devrimin Beşiği" olarak anılmıştır; bu gösteriler kısa sürede ülke çapına yayılmıştır. Hükümet gösterilere geniş çaplı tutuklamalar, işkenceler, polis şiddeti ve sansürle cevap vermiş, fakat gösteriler büyümeye devam etmiştir. Nisan ayının sonuna doğru Beşar Esed, direnen şehirlere ve kasabalara karşı büyük ölçekli askeri bir harekat başlatmış, harekata tanklar, piyadeler ve ağır silahlar katılmış, tüm bunlar kısa sürede büyük sayılarda sivil can kayıplarına neden olmuştur.

Askeri baskıların ardından, pek çok asker göstericilere katılmak için firar etmiş ve pek çok gösterici de silahlanmaya başlamıştır. Cisr eş Şuğur kasabasında, ilk büyük gösterilerden 79 gün sonra, 4 Haziran 2011 tarihinde ülkedeki ilk silahlı çatışma yaşanmıştır. Suriye Ordusunun bir cenaze törenine katılan kalabalık üzerine ateş açması üzerine göstericiler, ateş açılan binayı ateşe vermiş ve 8 güvenlik görevlisini öldürmüştür; ele geçirilen polis istasyonundaki silahlara el konulmuş ve çevre kontrol altına alınmıştır. Göstericiler ve güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar takip eden günlerde de devam etmiştir. Bazı güvenlik görevlileri, sivillere ateş etmeyi reddeden askerlerin gizli servis elemanları tarafından infaz edilmelerinin ardından firar ederek göstericilere katılmış ve muhalefeti büyütmüşlerdir.

MUHALİFLERİN GIDALARINA EL KONULDU

Suriye yönetimi ayaklanmayı bastırmak için tanklar ve keskin nişancılar kullanmaya başladı. Çatışmaların yoğun olduğu bölgelerde su ve elektrik kesilmiş, güvenlik güçleri un ve değişik gıdalara el koymuştur.

SİVİL HALKI ÖLDÜRMEK İSTEMEYEN ASKERLER KURŞUNA DİZİLDİ

Suriye Ordusu, bazı diğer yerleşimlerle birlikte, Dera, Duma, Baniyas, Hama, Humus, Halep, Talkalak, İdlip, Rastan, Cisr eş Şuğur, Deyrizor ve Lazkiye şehirlerini kuşatmıştır. Sivillere ateş açmayı reddeden askerler Suriye Ordusu tarafından infâz edilmiştir.

2011 YILINDA YAŞANANLAR

Birleşmiş Milletler’e göre ayaklanmanın başlangıcından beri çoğu muhalif silahlı güçlerinden oluşan 5,000 kişi ölmüş, çok daha fazla kişi yaralanmış, binlerce isyancı hapse atılmıştır.

Esed güçleri 300’den fazla da çocuk öldürmüştür. Bunun yanı sıra, bir kısmı politik sebeplerden hapiste olan 600’den fazla mahkum işkence nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

LAZKİYE’NİN ÜZERİNE BOMBALAR YAĞDI

2011 yılında Suriye ordusunun hem karadan hem de denizden saldırılarını sürdürdüğü Akdeniz kıyısındaki Lazkiye kentinde 34 kişi öldürüldü.

BM KINAMAKLA YETİNDİ

İsyan sırasında İstanbul’da oluşturulan muhalif sürgün hükümeti Suriye Ulusal Konseyi, dört BM üyesi ülke tarafından tanınmaktadır. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, göstericilere karşı şiddet kullanımını kınamıştır.

HUMUS KATLİAMINDA İNSANLIK ÖLDÜ

3 Şubat 2011’i 4 Şubat’a bağlayan geceyse ayaklanmanın en kanlı günü olmuştur. 2012 Humus Kandil Gecesi Saldırısı’da yani 3 Şubat gecesi Suriye Ordusu Humus şehrine havan topları, tanklar ve makinalı tüfeklerle saldırmıştır. Saldırı sonucunda 200’den fazla insan hayatını kaybetmiştir. Bu olay sonrası BM Güvenlik Konseyi’nde Beşar Esed’a görevden çekilerek yetkilerini yardımcısına bırakması çağrısında bulunan tasarı oylanmış, on beş üyeden on üçü tasarıya evet derken Rusya ve Çin’in hayır demesi tasarının geçmesini engellemiştir.

14 Kasım 2012’de, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, muhalif unsurların, Suriye halkının "tek temsilcisi" olduğunu duyurmuşlardır.

28 Kasım 2012’de, Şam kırsalında bulunan Hristiyan ve Dürzi nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı Ceramana kasabasında, merkez, Nahda ve Kureyyat mahallelerinde eş zamanlı olarak iki bombalı araç saldırısı ve iki yol kenarı bombalı düzenek saldırısı gerçekleştirmiş, saldırıda 44 kişi ölmüş, 83 kişi de yaralanmıştır.

BAAS REJİMİ OKULU BOMBALADI

4 Aralık 2012’de, Şam’ın 20 km kuzeydoğusunda bulunan, 1967 Savaşı sırasında İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesi ardınan bölgede yaşayan Suriyeliler’in göç ettiği El Vafidin kampında bulunan bir okula gerçekleştirilen havan topu saldırısında 28 öğrenci ve bir öğretmen hayatını kaybetmiştir.

ESED AKRAB KASABASINI YERLE BİR ETTİ

11 Aralık 2012’de Hama şehrine bağlı Akrab kasabasında yaşanan saldırıda farklı kaynaklara göre 125 ile 300 arası sivil ölmüştür.

80 ÇOCUĞA TOPLU İNFAZ

29 Ocak 2013’te Halep’in Özgür Suriye Ordusu kontrolündeki Bustan’ul Kasi bölgesinde Kuveys nehri kıyısında elleri arkasına bağlı şekilde infaz edilmiş çoğunluğun 18 yaş altında olduğu tahmin edilen en az 80 ceset bulunmuştur. Toplu infazların Suriye Hükümeti’ne bağlı silahlı gruplar tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkmıştır.

ESED BOMBA YÜKLÜ ARAÇLA 31 ÇOCUĞU KATLETTİ

20 Şubat 2013’te başkent Şam’ın sabah saatlerinde Mezra semtinde bulunan Sevra Caddesi’nde Baas Partisi binası yakınında düzenlenen bomba yüklü araç saldırısında, aralarında çocukların da bulunduğu 31 kişi ölmüş, 208 kişi yaralanmıştır.

ORMANLIK ALANA KİMYASAL BOMBA

18 Mart 2013’te Halep yakınlarında Han el Essal bölgesinde yer alan ormanlık bir alanda gerçekleştirilen kimyasal saldırıda 26 kişi ölmüş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştır. Olay ardından, muhalifler Suriye Hükümeti’nin yaptığı bu insanlık dışı suçu kınamıştır.

BAAS BOMBA YÜKLÜ ARAÇLA SALDIRDI

8 Nisan 2013’te Şam’da Sebi Bahrat Meydanı ile Şahbender Bölgesi arasında gerçekleştirilen bomba yüklü araç saldırısında aralarında çocukların da bulunduğu 15 kişi ölmüş, farklı kaynaklara göre 53 ile 146 kişi arası yaralanmıştır.

KİMYASAL SİLAH KULLANILDI

Esed güçleri Suriye’nin 4 bölgesinde kimyasal silah kullanarak çoluk – çocuk herkesi katletti. 4 bölge; Guta, Han El-Assal, Saraqueb ve Ashrafiah olarak açıklandı. 21 Ağustos’ta Guta’da çocuklara ve sivillere yönelik yüksek miktarda kimyasal silah kullanıldığının tespit edildiği vurgulandı. Guta’daki kimyasal silah saldırısının karadan karaya füzelerle gerçekleştirildiği, olay bölgesinde bulunan füze parçalarında sarin gazı tespit edildiği kaydedildi. Guta’daki saldırıda yoğun şekilde sarin gazı kullanıldığı belirtilen raporda hastaların kan ve idrar tahlillerinde bunlara rastlandığı ifade edildi.

SARAQİB’E KİMYASAL SALDIRI

29 Nisan 2013 tarihinde, Baas Partisi güçlerinin Saraqib’e düzenlediği bir saldırıda 2 kişi ölmüş ve 13 kişi yaralanmıştır; yaralıları tedavi eden ve ölülerin kanlarını analiz eden Türk doktorlar kurbanların kanlarında sarin bulmuşlardır. Fransız istihbaratı da bölgeden kan, irin, toprak ve sarf malzemesi numuneleri toplamış ve laboratuvarlardaki analizler sarin kullanımını teyit etmiştir.

ESED 2013’TE BİRÇOK KEZ KİMYASAL SALDIRI DÜZENLEDİ

13 Haziran 2013 tarihinde, Birleşik Devletler, Esad güçlerinin pek çok kez muhaliflere karşı sınırlı kimyasal saldırılar düzenlediğini ve bu saldırılarda 100-150 kişinin hayatını yitirdiğini kesin kanıtlarla duyurmuştur.

5 Ağustos 2013 tarihinde Esad güçlerinin, Şam’ın Adra ve Houma mahallelerinde kimyasal saldırılar düzenlediği ve saldırılardan 400 kadar kişinin etkilendiği belirtilmiştir. Saldırıda kimyasal silahlara maruz kalanların video görüntüleri internete yüklenmiş ve yayılmıştır.

BM RAPROUNDA KİMYASAL KANITLANDI

21 Ağustos 2013 tarihinde, Suriyeli insan hakları savunucuları Esad rejiminin Doğu Guta bölgesinin Jobar, Zamalka, ‘Ain Tirma ve Hazzah bölgelerine sistematik bir kimyasal saldırı düzenlediğini ve en az 635 kişinin saldırının ilk anında hayatını kaybettiğini acil olarak duyurmuşlardır. Saldırılar Baas Partisi tarafından yalanlanmış ve video görüntülerinin sahte olduğu iddia edilmişse de, Birleşmiş Milletler’in üç haftalık soruşturmaları ve saha araştırmaları sonucunda saldırı kesinleşmiş ve saldırıda kullanılan kimyasal gazın sarin gazı olduğu netlik kazanmıştır. Birleşmiş Milletler misyonunun yaptığı araştırmalar, "saldırının bir düzenli ordunun düzenleyebileceği tarzda olduğu, saldırıda kullanılan roketlerin yeni yapım Rus roketleri olduğu, roketlerin Suriye Ordusu kontrolündeki bölgeden ateşlendiği ve büyük ihtimalle saldırıdan Baas Partisi’nin sorumlu olduğu" sonucuna ulaşmıştır.

ESED SURİYE HALKINA MİSKET BOMBASI YAĞDIRDI

Baas Partisi askerleri Eylül 2012 tarihinde misket bombaları kullanmaya başlamıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Silahlar bölümü başkanı Steve Goose, "Esad, her yerde yasak olan misket bombasını acımasızca kullanmayı artarak sürdürüyor ve bunun bedelini masum siviller canları ya da organlarını kaybederek ödüyor," demiştir. Silahın kullanımın ilk kurbanlarının son kurbanlar olmadığı, silahın patladıktan sonra ardında bıraktığı küçük misketlerin daha sonra da patlayarak sivilleri öldürmeyi ve sakat bırakmayı sürdürdüğü bildirilmiştir.

4 GÜN ÖNCE VARİL BOMBASI ATILDI

Esed rejiminin ablukasında olan ve insanların açlıktan öldüğü Yermuk Mülteci Kampına Suriye Ordu birlikleri varil bombalı saldırı düzenledi.

Suriye ordusunun Yermuk Mülteci Kampı’na düzenlediği saldırıda 9 kişinin hayatını kaybettiği belirtildi. Suriye Genel Devrim Konseyi’nden (SRGC) yapılan açıklamaya göre, orduya bağlı bir helikopter, uzun süredir rejim güçlerinin kuşatması altında olan başkent Şam’daki kampı "varil bombasıyla" vurdu. Saldırıda ilk belirlemelere göre 9 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi yaralandı.

YERMUK KAMPINDA AÇLIKTAN ÖLÜMLER

Suriye’nin başkenti Şam yakınlarında bulunan Yermuk Filistin mülteci kampında yardımların ulaşmaması sonucu en az 50 kişi hayatını kaybetti.

3 YILIN KISA ÖZETİ

Çoluk-çocuk dahil 120 bin kişi Esed güçleri tarafından öldürüldü. BM’nin yasakldığı başta kimyasal olmak üzere birçok kitlesel silah kullanıldı. Sivil halkın üzerine misket bombaları atıldı. Rusya, İran ve Çin her manada Esed rejimini desteklediler.

TÜRKİYE SURİYELİER’E KUCAK AÇTI

Türkiye 1 milyona yakın Suriyeli’ye topraklarını açtı ve her türlü insani ihtiyaçları karşılandı. Şimdiye kadar 2 milyar doların üzerinde para harcandı.

Son olarak dün tüm dünya kamuyounda yayınlanan fotoğraflar Türkiye’nin ve Suriye muhalefetinin haklılığını ortaya koydu.

11 BİN İNSAN İŞKENCEDEN ÖLDÜRÜLDÜ

Suriye ordusunda 13 yıl askeri polis olarak görev yapan bir kişi, ülkede yaşanan iç savaş boyunca, rejime bağlı askeri hastanelere ölü olarak getirilen kişilerin fotoğraflarını çekmekle görevlendirildi.

Hastaneye getirilen kişilerin tamamı gözaltındayken işkence, elle boğma ve aç bırakılarak öldürülen Suriyeli muhaliflerden oluşuyordu. Askeri polis her gün, ölü olarak getirilen bu kişilerin yüz ve beden fotoğraflarını çekerek, numaralandırıp üstlerine teslim etti.

‘SEZAR’: ORTAM MEZBAHAYA DÖNDÜ!

Bulunduğu ortamın "mezbahaya" benzemeye başladığını söyleyen Caesar, bunu ispatlamak için cesetlerin toplu halde fotoğraflarını bile çekti. Daha fazla dayanamadı… Olup bitenlerden duyduğu derin endişe nedeniyle çektiği fotoğrafların bir kopyasını güvendiği bir kişiye vermeye başladı.

"Caesar", bu fotoğrafları daha sonra uluslararası insan hakları örgütleriyle ilişkili muhalif saflarındaki bir akrabası aracılığıyla Suriye dışına çıkardı. Eylül 2011 tarihinden itibaren fotoğraflar düzenli olarak yurt dışına çıkartıldı.

YANDAŞ MEDYA : 100 yıl hep hapı yuttuk

2050.jpg

100 yıl hep hapı yuttuk!!!

David Passig.
O bir Gelecek Bilimcisi.
Verileri topluyor, fotoğrafları alt alta koyuyor..
Ardından nokta atışı tahminler yapıyor. "2050" adında kitap yazdı.
İsrail’de bir üniversitede profesör olarak çalışıyor.
Teknoloji ve bilişim laboratuvarlarının başkanı.
İsrail hükümetinin de danışmanı.

Geçen yıl Şubat’ta Türkiye’ye geldi.
Ekranlara çıktı ve "Türkiye müthiş ülke" dedi.
2050’nin SÜPER GÜCÜ ilan etti bizi.

Türkiye’nin konumu stratejik olarak çok önemli.
Doğu ile Batı’nın tam ortasında.
Ortadoğu’da Osmanlı’dan kalan bir mirası var.
Bölgedeki savaşlara son verecek, tarafları barış masasına oturtacak tek GÜÇ Türkiye.

Avrupalılar ve Amerikalılar Ortadoğu’nun dilinden anlamaz.
Bunların hepsini İsrailli Profesör David Passig söylüyor.

Bunların tamamını maaş aldığı İsrail Hükümeti’ne de görevi gereği aktarıyor haliyle.

Adamlar bunu görüyor, bunu hesaplıyor. "Hızla büyüyen, enerji hatlarına inen, BÖLGESEL GÜÇ olan Türkiye" hesabı yapıyor.
Uykuları kaçıyor.

Şimdiden bunu nasıl engelleriz diye dünyanın dört bir yanında toplanıyorlar.

İsrailli Profesör David Passig "Türkiye 100 yıldır uyuyordu, bir şekilde uyutulmuştu, şimdi uyanan bir DEV" diyor.

Evet tam 100 yıldır kafamızı kuma gömdüler.
Dış Dünya ile bağlantımızı kestiler.
İçeride birbirimizle savaş ederek vakit öldürdük.
Bizi bu yönde istedikleri gibi kurguladılar.
İçeride TONLARCA adamları vardı.

Hepsi göbekten Londra’ya, New York’a, Tel Aviv’e, Baronlara ve localara bağlıydı.

Vatan hainliğinde inanılmaz bir yarış vardı.
Bunu sadece ben söylemiyorum.
Bu ülkede yıllarca milletvekilliği ve bakanlık yapmış Kamuran İnan diyor.

Devletin değişik kademelerinde tam 50 yıl görev yaptı. "50 yıl boyunca TÜRKİYE ALEYHİNE BELGE DAĞITANLARI gördüm" diyor.
Bu ihanetin içinde siyasilere da tanık olduğunu belirtiyor. İHANET edenlerin hep önü açılmış, hızla yükselmişler.

Türkiye karşıtı GÜÇLÜ LOBİLERİ anlatıyor Kamuran İnan.
İçimizdeki İNGİLİZLER, içimizdeki İsrailliler’i anlattık hep bu sütunlarda.
Bu ülkede devleti yönetip, içeridekileri aşamadığını belirten bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ bakanı var ortada. "Yabancı partilere çalışan, medya ile görüşen toplam 407 dernek var" diyor.

Evet bu ülkede faaliyet gösteren ve Türkiye aleyhine dışarıya ÖPÜCÜK gönderen, belge sızdıran 407 dernek…

Ve ÜRKÜTÜCÜ bir rakam veriyor Kamuran İnan; "Bu değişik dernekler ve çeşitli örgütler çerçevesinde devlet aleyhinde faaliyet gösteren 205 bin insan mevcut. Hepsi de TÜRK!"
407 dernek, 205 bin insan ve İHANET…

Böyle bir kapasite bu ülkede olduğu sürece HEP GELECEKLER…
Önemli olan bizim ne yapacağımız.

100 yıldır uyutulduğumuz gibi aynen mışıl mışıl mı?
Yoksa son 10 yıldaki uyanışa devam mı?
Adamların "Türkiye 2050’de süper güç" diye dövünüp uykuları kaçıyor.

Biz tekrar uyutulmak için içeriden OPERASYON HAPLARI’na talim ediyoruz.
Ne yapalım?

Süper GÜÇ’süzlüğe dönelim mi?

HAPI YUTALIM MI?

FETULLAH GÜLEN DOSYASI : Gülen en yakınını bile dinletmiş !

Fethullah Gülen’in yıllarca en yakınında bulunarak Gülen’in beyin takımında yer almış, hatta Fethullah Gülen’den sonra Gülen’in yerine geçecek kişi olarak gösterilen Latif Erdoğan, Gülen tarafından dinletilmiş.

Erdoğan, " Cemaatin ileri gelen bir ismi bana, ‘Hakkını helal et, seni yıllardır dinlettiriyorum, çünkü önde bir insansın, yapacağın bir yanlış hepimizi bağlar’ dedi. Ben de, ‘Allah razı olsun, şimdi kendimi daha güvenli hissediyorum’ dedim, gülüştük.." ifadelerini kullandı.

Erdoğan, Cemaatin bedduadan sonra çok ciddi yara aldığını belirterek, "Hocaefendi çok ciddi itibar kaybına uğratılmıştır" dedi.

Latif Erdoğan’ın Yeni Akit gazetesinde yayımlanan röportajında verdiği cevaplar şöyle;

"DOST HATIRINA O YAZIYI YAZDIM, ERTESİ GÜN YATAĞA DÜŞTÜM"

-Risalelerin sadeleştirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

– Söze, derin bir yarama dokunarak başladınız. Bilmem ki bu acıyla itidali koruyarak sözü sürdürebilecek miyim? Sanırım doksan yılıydı. Abiler, Abdullah Aymaz’ın yaptıklarından rahatsızlıklarını Hocaefendiye nakletmişler. O sıralarda Abdullah Aymaz, Risalelerden bazı bölümleri sadeleştirerek kendi imzasıyla kitaplaştırıyordu. Gerekçe de, ortaokul ve lise çağındaki gençlere bu hakikatlerin anlayacakları bir dille ulaştırılmasıydı.

Hocaefendi konuyu ilk bana açtı. Çok üzüntülüydü. Abdullah Aymaz’ı çok sevmeme rağmen yaptığını ben de tasvip etmiyor, fakat bir şey de söylemiyordum. Hocaefendiye: ‘Abdullah Abi de bu yaptığından vazgeçsin..’ dedim. Ben kendisinin de yapılandan rahatsız olduğunu zannetmiştim.. Birden celallendi. ‘Ne var bunda. Başka türlü o gençlere bu hakikatler nasıl ulaştırılacak, yüzlerce insanın imanının kurtulmasına vesile oluyor’ dedi.

Biraz sonra Abdullah Aymaz’ı da telefonla bulunduğumuz yere çağırdı. İstişare ettik. Abilere bir cevap yazmakta mutabakata varıldı. Yazı benim üzerime kaldı. Hayatımda belki ilk ve son, inanmadığım bir konuda, dost hatırına o yazıyı yazdım. Ertesi gün yatağa düştüm. Günlerce yüksek ateşli bir hastalık yaşadım. İlhan İşbilen, Zaman Gazetesi’nin genel müdürüydü. Beni aradı. Gazeteye yüzlerce mektup yağmıştı, ne yapacağımızı soruyordu. Hasta halde gazeteye gittim. Yüzlerce mektubu ondan alarak eve geldim. Bütün nur talebeleri tepkilerini dile getiriyor, ağır hakaretler ediyorlardı. Her eleştiri mektubu içimi sevinçle dolduruyor, demek ki Nur’un kahramanları dimdik nöbette, diye seviniyordum. Kimseye tek kelime cevap yazmadım, o talihsiz yazıyı da kitabıma almadım. Abiler bana çok ciddi bir yazıyla mukabele edip neşrettiler. Sonra o tür yazılar birleştirilerek kitaplaştırıldı, Rabbim şahit, bu tür cevaplara en çok sevinenlerden biri bendim.. Buna rağmen, o yazının vebalinin ağırlığını size şunları aktarırken dahi vicdanımda hissediyorum..

ONLARA SIMSIKI SARILDIM

Senelerce, Risaleleri yine eskisi gibi okumama rağmen feyzinden, bereketinden mahrum yaşadım. Gün güne Risalelerin sesinin benden uzaklaştığını hissediyor, fakat sebebini izah edemiyordum. Sonra bir Mürşid-i Kamil’in dergahında, Üstadımı ve Nurlar’ı tekrar buldum, onlara sımsıkı sarıldım, ölünceye kadar da böyle kalmaya azimliyim, kararlıyım.

"SADELEŞTİRİLEMEZ"

– Risaleler sizce sadeleştirilebilir mi?

– Risaleler sadeleştirilemez inancındayım. "Niçin"e vereceğim en kısa ve net cevap, imkansızlığı sebebiyle, şeklinde olacaktır. Çünkü Risale-i Nur’un yüzde doksanının içeriği kendi alanlarına ait kavramlarla ancak anlatılabilecek konulardan oluşur. Kavramlar ise sözlük anlamlarıyla değiştirilemez, sadece şerh ve izah edilir. Zaten Üstadımızın ruhsatı da bu yöndedir.

GÜNCELİ KONUŞALIM

– İzninizle, biraz daha güncel bir konuya geçmek istiyorum. Cemaat ve Hükümet arasında yaşanan olumsuzlukları nasıl yorumluyorsunuz?

– Yaşanan olumsuzlukları birer sonuç olarak değerlendiriyorum. Sebepler zincirinin ilk halkasını da Cemaatin dikey büyümesine ait yapıda boş bıraktığı alan olarak görüyorum. Bu alan kuşkusuz siyasi alandır. Eğer Cemaat, Ak Parti’den önce muhafazakar kitlenin büyük desteğini alacağı kesin böyle bir alanı doldurabilseydi; devletle olan ilişkileri legal bir sürece girerek devam edecekti. Halbuki bu yapılmadı veya yapılamadı. Dolayısıyla devletle olan ilişkiler, Ak Parti üzerinden yürütülme zorunluluğu hasıl oldu. Bu alanı, sempati de dahil çok yönlü olarak Ak Parti doldurdu ve her geçen gün gücü daha da ivme kazanıyor. Öyleyse yapılması gereken, geçmişteki aksamayı çeşitli siyasi atraksiyonlarla aşmaya çalışmak değil, fasl-ı müşterekler üzerinde mutabık hareket etmektir. Geçmişteki icraatıyla da Ak Parti’nin böylesi bir mutabakata açık hareket ettiği görülmektedir. Dolayısıyla bu mutabakatı sekteye uğratan her türlü düşünce ve aksiyon, yanlıştır, hatalıdır, bütün toplumun huzuruna yönelik saldırıya çanak tutan bir sorumsuzluk göstergesidir.

"İSTENMEYEN SONUÇLAR DEVŞİRİLMEKTEDİR"

İkinci halka, Cemaatin dış tesirlere oldukça fazla açık hale getirilmesidir. Diyalogların amaç noktasına çekilmesinin bu bağlamda oldukça tahripkar rolü olmuştur. Nitekim Hocaefendiye, daha işin başında, böylesi bir olumsuz neticeden endişe duyup duymadığını sorduğumda cevabı, "çok endişeliyim" şeklinde olmuştu. Şimdilerde yaşanan, bu endişenin isabetini doğrular mahiyettedir.

Üçüncü halka, birinci ve ikinci jenerasyonun çeşitli bahanelerle tasfiye edilerek aktif müdahaleden uzaklaştırılmasıdır. Çok yönlü deneyimlere sahip bu jenerasyonların devre dışı bırakılması elbette belli bir gayeye yönelik olarak ve sistemli yapılmıştır. Şimdi de istenmeyen sonuçlar devşirilmektedir..

SADELEŞTİRMEYE İHTİYAÇ YOK

– Risalelerin sadeleştirilmeye ihtiyacı var mı?

– Risalelerin sadeleştirilmesine yönelik yapılanlar eğer gaflettense, büyük bir günah irtikap ediliyor, demektir. Eğer belli bir kasıt söz konusuysa, bunun adı ihanettir. Sadeleştirme adı altında insanları Risalelerin özünden uzaklaştırmak, onun feyiz ve bereketinden istifadeyi sıfırlamak; ve Bediüzzaman gibi bir dahinin dahi kendisine mal etmekten tenzih ettiği Kur’an mallarının değerini elmastan cam parçasına indirmektir.

Hayır, asla ve kata. Risalelerin sadeleştirmeye hiçbir cihetle ihtiyacı yoktur. Okuyucusunun da, sadece onu okumaya, okumaya ve yine okumaya ihtiyacı vardır. Külliyat halinde okumaya, bir yerde mücmel bırakılan konunun bir başka yerde elvan elvan nasıl açıldığını görmeye ihtiyacı vardır.

NUR HAREKETİYLE İLGİSİ YOK

– Nur cemaati kimlerdir? Gülen grubu bu cemaate dahil midir?

– Risale-i Nurlarla imanını kurtarma, taklitten tahkike ulaştırma; İslam’ı ruhsatlar ölçeğinde değil de azimetler kıvamında yaşama azminde olan müminlerin oluşturduğu topluma bu isim verilmiştir. Bu aidiyete dahil kişilerin ikinci vazifeleri de, kendi yaşadıkları güzellikleri, doğruları başkalarıyla da paylaşma cehdi ve gayreti içinde bulunmaktır. İslami literatürde bu ikinci vazifeye, irşat, tebliğ, manevi cihad denilmektedir. Fakat burada üzerinde durulması gereken konu "cemaat"a yüklenen anlamdır. Bediüzzaman Hazretleri’nin bu kavramdan kastı bütün bir ümmettir. Dolayısıyla onu ümmetin küçük bir parçasına indirgemek, en azından eksik ve yanlıştır. Ayrıca, "cemaat" kavramına daha sonra yüklenen anlamlarla Nur hareketinin uzaktan yakından alakası yoktur.

‘HELALLİK DİLEMEK DE YETMEZ’

Mümin elinden, dilinden emin olunan kimsedir, diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Ancak hizmet ettiğini söyleyen bu grup hakkında toplu bir güvensizlik var. İnsanlar, acaba başıma bir iş açarlar mı, acaba bana da tuzak kurarlar mı, acaba benimle ilgili de bir kaset yayınlarlar mı, endişesini taşıyor. Bu endişeler sizce yersiz mi? Gülen Grubundan, Müslümanlar tıpkı hadiste olduğu gibi emin olabilirler mi?

– Bu konuda cemaatin en çok mağdur ettikleri bir kişi sıfatıyla, aynen Başbakanımız gibi düşünüyorum: Abdestinden şüphesi olmayanın namazından şüphesi olmaz..

Bir gün, en yetkiliyle baş başa oturuyorduk. Bana, "Hakkını helal et, seni yıllardır dinlettiriyorum, çünkü önde bir insansın, yapacağın bir yanlış hepimizi bağlar" dedi. Ben de "Allah razı olsun, şimdi kendimi daha güvenli hissediyorum" dedim, gülüştük..

Daha sonra Hanefi Avcı da, mahkemede, Cemaat kendi ağabeylerini de dinletiyordu, ifadesini kullandı. Hakim, mesela kimi, deyince de benim adımı verdi. Cumhuriyet gazetesi bu ifadeleri birinci sayfadan duyurdu. Yine gülüp geçtim..

BİREYLERİN HUKUKU SÖZ KONUSU

Bireysel bazda düşünüldüğünde, belki çok önemli olmayan böylesi bir davranış, kolektif travmaya yol açacak seviyeye gelmişse elbette üzerinde önemle durulması gerekir. Böylesi bir tecessüsün devlet imkanlarını kullanarak yapılması düşündürücü bir durumdur. Özellikle, teknolojik gelişmelerin mahrem alan bırakmadığı günümüzde, bu tür psikolojik yaptırımların yol açacağı vahamet çok daha korkunç olur kanaatini taşıyorum. Bu vebal, helallik dilemekle altından kalkılabilecek bir vebal de değildir. Çünkü, kişiyle beraber aile bireylerinin de hukuku söz konusudur; çünkü yüzlerce, binlerce masumların hakları söz konusudur.

Tabii, bu durumun Cemaate dönük yanı da çok önemlidir. Sizin için başkasına kötülük yapanın, yarın bir başkası için de size kötülük yapabileceği her türü izahtan vareste bir gerçektir.. Nitekim, töhmet levsiyatıyla ortalık vıcık vıcık.. Bizim örfümüzde, düşene vurulmaz. Onun için ben yine "Men dakka dukka" demeyeceğim..

– Hocaefendi bir sohbetinde beddua etti. Onun bu tavrı toplumda büyük tepkilere yol açtı. Sonra bunun beddua olmadığı şeklinde yorumlar yapıldı. Yapılan bedduayı doğru buluyor musunuz, mümin mümine beddua eder mi?

– Beddua kelimesinin anlam açılımı içinde sorunuzun cevabı gayet açıktır. Bed, kötü demektir. Bir mümine hiçbir kötülük yakışmadığı gibi duanın kötüsü de yakışmaz. Lakin bedduanın alenileştirilerek yayımlanması, bence duanın kendisinden daha bed olmuştur. Bu da Hocaefendinin çevresini oluşturanların hazin tablosunu ele vermektedir. Osman Şimşek, bu duayı, bu haliyle yayınlamayacak kadar ferasetli bir arkadaştır. Belki onu da aşan dayatmalar söz konusudur. Sebep ne olursa olsun, sonucun kötü hali ortadadır. Cemaat bu bedduadan sonra çok ciddi yara almıştır. Hocaefendi çok ciddi itibar kaybına uğratılmıştır. Toplumdan özür dilenmeli ve lüzumsuz tekellüflü tevillere yol vurularak vakit zayi edilmemelidir. Nitekim daha önce yaptığı bir konuşmanın yanlış algılanması sebebiyle Hocaefendi özür dilemiş ve toplumdaki gerginlik giderilmişti. Şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim: Beddua hadisesi, Cemaat sempatizanları da dahil bütün müminleri çok derinden yaralamıştır.

(Yeni Akit)

FETULLAH GÜLEN DOSYASI /// FETULLAH GÜLEN Cemaat oyları için adres gösterdi

Gülen, Neo Con’ların Gazetesine konuştu.

Günlerdir susan ve ne diyeceği merak edilen Fethullah Gülen gündemle ilgili değerlendirmede bulundu. 17 Aralık operasyonundan bu yana zaman zaman sohbetleri yayınlanan Gülen, ilk kez röportaj verdi.

Hafta sonu Amerika’nın Sesi radyosuna röportaj vermek istemediği haberleriyle öne çıkan Fethullah Gülen, Gezi’nin baş aktörü Wall Street Journal’a özel bazı açıklamalar yaptı.

BAŞLIK DİKKAT ÇEKİCİ

Wall Street Journal Gülen’in e-posta yoluyla yaptığı açıklamalarında "Erdoğan reform yolundan ayrıldı" ifadelerini başlığa çekti.

17 ARALIK’TAN SONRA İLK RÖPORTAJ

Habere göre, 17 Aralık’ta soruşturmanın başlamasından bu yana ilk defa böyle açıklamalarda bulunan Gülen,"Türk halkı, son iki yıldır demokratik sürecin tersine dönmüş olmasından dolayı üzüntülü" ifadelerini kullandı.

Gülen, "İdeoloji, sempati veya dünya görüşüne göre yapılan tasfiyeler, şimdiki hükümetin sonlandırmaya söz verdiği geçmişin uygulamalarıydı" dedi.

ALTERNATİF OLUŞUMA SICAK BAKTI, CHP’YE HAYIR DEMEDİ

Joe Parkinson ve Ayla Albayrak imzalı haberde şu yorum ve ifadeler dikkat çekti:

Fethullah Gülen Hizmet hareketinin, ya da dışarıda Cemaat diye anılan bu yapılanmanın, AK Parti’ye siyasi bir alternatifin oluşmasına sıcak baktığına işaret etti. Öte yandan Gülen, hareketinin CHP’ye destek verebileceği söylentilerini yalanlamadı.

"Fırsatlar geldiğinde Cemaat üyeleri tıpkı diğer vatandaşlar gibi seçimlerini değerler üzerinden yapacaktır" diyen Gülen, açıklamalarına "İnsanlar seçimlerini öz değerlerini paylaşanlarla aynı doğrultuda yapabilirler" diye devam etti.

O röportajı yapan WSJ’nin internet sitesinde de Gülen grubunun dünya genelindeki faaliyetlerini içeren interaktif bir harita yayınlanarak adeta Gülen grubunun tanıtımı yapıldı

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji