Kategori arşivi: istihbarat

YARGI DOSYASI /// ADEM YAVUZ ARSLAN : 5.yargı paketi kim için çıkıyor ?

Adem Yavuz ARSLAN

ayavuz

TBMM bugünlerde çok hareketli.

Çok tartışılan ‘internet yasası’ önceki akşam kabul edildi.

‘İnternete sansür getirmekle eleştirilen’ yasanın tartışması bile yapılamadan dün de Özel Yetkili Mahkemeleri (ÖYM) kaldıran 22 maddelik bir yasa teklifi Meclis’e sunuldu.

Teklif hayli kapsamlı.

Dinleme, teknik takip, arama ve el koyma kararlarını zorlaştıran teklif radikal değişiklikler getiriyor.

İlk olarak Ergenekon, KCK ve Balyoz gibi önemli davalara bakan ÖYM’ler ile TMK mahkemeleri kalkacak. Böylece kritik davalar ağır ceza mahkemelerinde yeniden görülmeye başlanacak.

Teklif bugüne kadar sıklıkla eleştirilen bazı uygulamalara da çekidüzen veriliyor.

Mesela telefon dinlemeleri zorlaştırılıyor. Bu iyi bir şey. Ancak dinleme kararı ve dinlemelere itiraz için oy birliği aranacak ki bu yargı camiasında ilk kez olacak.

Sıkıntı yaşanacağı muhakkak.

Gözaltı kararı için kuvvetli şüphe şartı getiriliyor.
Savunma makamı suçlandığı tüm dosyalara ulaşabilecek. Dinlemelerdeki suç dışı tapeler yok edilecek.

Mal varlığına el koymak için BDDK, MASAK, SPK raporu şartı geliyor.

ÖYM’lerin alanına giren suçlarda uygulanan azami tutukluluk süresi 10 yıldan 5 yıla iniyor. Böylece halen 5 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan 130 kişi tahliye olacak.

Teklifin ‘adrese teslim’ olduğu yönünde eleştiriler de var.

Yani yasa teklifi demokratik standartları yükseltmekten çok ‘hükümetin kendini korumaya alma çalışması’ gibi duruyor.

Her ne kadar kulağa hoş gelse de ‘kişisel verilerin korunması amacıyla bu verileri hukuka aykırı olarak kaydedene ve yayanlara verilen ceza artırılıyor.’ Kaydedene 1 yıldan 3 yıla, yayan da 2 yıldan 4 yıla kadar hapisle yargılanacak.

Bu şu demek; eğer internete düşen bir skandalın ses kaydını başkasıyla paylaşırsanız işiniz zor.

Öte yandan tasfiyelere karşı yargı yolu tıkanıyor.
Yürütmeyi durdurma kararları artık idarenin savunması alınmadan verilemeyecek. Ayrıca artık bakana tazminat davası açılamayacak.

Emri uygulamayan memur da korunmuş olacak.

ÖYM’lerin kaldırılması kaosa neden olur mu?

Bir de madalyonun öbür yüzü var.

Bugün alelacele kaldırılan ÖYM ve TMK’lar ihtiyaca binaen kurulmuştu. Nitekim söz konusu mahkemeler terör örgütlerine, mafyatik yapılara ve çetelere göz açtırmadı.

Sonuçta ÖYM’ler uzmanlaşmış ihtisas mahkemeleriydi.

Uzmanlaşmış kadroların lağvedilmesi için terörün, uyuşturucu tacirlerinin, çetelerin bitmesi gerekir.

Peki öyle mi?

İstenilen seviyede olmasa da bir çözüm süreci var. PKK şimdilik silaha sarılmıyor. Peki DHKP-C ya da El Kaide gibi örgütleri ne yapacağız?

ÖYM’lerde görev yapan hakim ve savcılar 1. sınıf yani 10 yıl ve üzeri tecrübeye sahiptiler. Yeni durumda nispeten acemi yargıçlar çok önemli soruşturmaları yürütecekler.

Pratikte başka sorunlar da çıkacak.
Mevcut uygulamada büyük illerde bulunan ÖYM’lerin kapanmasından sonra terör davaları Hakkâri, Lice ve Şemdinli gibi yerlerde görülmeye başlanacak.

Buralarda görev yapan yargı mensuplarının yaşayacağı sıkıntıları düşünmek gerekirdi. Nitekim Tunceli Ovacık ve Doğubeyazıt’ta iki savcı şehit edildi.

Hal böyleyken yargılamaların sağlıklı olması pek mümkün değil.

Zaten ÖYM ve TMK 10’dan devredilen davalar nedeniyle davaların uzaması kaçınılmaz. Bir de güvenlik nedeniyle küçük illerden nakiller başlayacak.

Birden fazla ilde işlenen bu tür suçların yargılamalarında yetki uyuşmazlığı olacak ve mahkemeler arasında karmaşa çıkacak. Dosyalar sahipsiz kalacak. Çeteler bu durumu fırsat bilecek.

Oysaki dünyanın gelişmiş ülkelerinde de terör ve mafya yargılamaları ÖYM’lerde yapılıyor.

Hatta Bulgaristan, 2012’de Avrupa Konseyi’nin tavsiyesi üzerine ÖYM’leri kurdu. Terör sorunu yaşamayan birçok AB ülkesinde de ÖYM’ler var.

Öte yandan AİHM, Türkiye’deki mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olduğunu da daha önce tescillemişti.

Hatırlanacağı gibi Tuncay Özkan ve Çetin Doğan, ÖYM’lerin ‘adil yargılama’ ilkesine aykırı olduğunu iddia etmişti. AİHM ise bu iddiayı kabul etmemişti.

Sonuç itibariyle uygulamada yaşanan aksaklıkları düzeltmek yerine ya da karşılaşılan bir zorluğu palyatif çözümlerle aşmak için alelacele yapılan düzenlemeler ileride başımıza çok daha büyük sorunlar açabilir.

Emniyet lağvedilmiş, savcılar hallaç pamuğu gibi dağıtılmışken sokaklar yeniden suç örgütlerine kalırsa bazı şeyler için geç olabilir.

YARGI DOSYASI : Ergenekon sanıklarına kötü haber

TBMM’ye sunulan 22 maddelik yasa teklifindeki maddelerden biri de tutukluluk üst sınırının 10 yılda 5 yıla indirilmesi… Ancak Ergenekon sanıkları bu maddeden faydalanamayacak.

Özel yetkili mahkemelerle ilgili düzenlemenin de yer aldığı 22 maddelik yasa teklifi, TBMM Başkanlığı’na sunuldu.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 22 maddelik yasa teklifi ile ilgili gazetecilere bilgi verdi.

22 maddelik bu teklifte önemli maddeler var.

İşte o maddeler:

– Özel yetkili mahkemeler tamamen kalkıyor. Özel yetkili hakim savcı ve kovuşturma usülleri bundan sonra olmayacak.

– ÖYM’lerin baktığı tüm dosyalar Ağır Ceza Mahkemeleri’ne iade edilecek.

– Yasa dışı dinlemelere ve özel hayatın gizliliğine dair verileri yok etmeyenlere yönelik cezalar artıyor.

– Tutukluluk üst sınırı 10 yıldan 5 yıla iniyor. Ancak Ergenekon davası sanıkları bundan faydalanamıyor, çünkü Yargıtay ve AİHM içtahaklarına göre temyiz süresi tutukluktan sayılmıyor.

– Gözaltı kararı için kuvvetli şüphe şartı geliyor.

– Savunma makamı suçlandığı tüm dosyalara ulaşabilecek.

– Dinlemelerde suç dışı belge ve tape’ler yok edilecek.

– Mevcut dinleme kararları gözden geçirilecek.

– Dinleme kararını sadece Ağır Ceza Mahkeme heyeti verebilecek. Dinleme kararı için mahkeme heyetinin oybirliği gerekiyor.

– Mal varlığına el koymak için BDDK, MASAK, SPK raporu şartı geliyor.

– Dinleme kararını sadece Ağır Ceza Mahkemesi heyeti verecek. Mevcut dinleme kararları gözden geçirilecek.

– Kişisel verileri hukuka aykırı alanlara ağır cezalar geliyor

Bozdağ, ayrıca, Adana’da TIR’ların durdurulmasıyla ilgili başsavcıyı aradığını ve gizlilik konusunda kendisini uyardığını söyledi. Bozdağ, o fezlekenin de iade edildiğini ifade etti.

İSTİHBARAT /// WWW (.) HABERDAR (.) COM : Mit’ten skandal talep !

MİT Müsteşarlığı’nın Yargıtay’da görülen ve Başbakan’ın da dinlendiği Erzincan Ergenekonu davasında, sanık üç personelinin soruşturulmaması yönünde rapor hazırladığı ortaya çıktı.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın imzasıyla Başbakanlığa sunulan raporda, Ergenekon Terör Örgütü üyesi oldukları iddia edilen 3 MİT personeli için kovuşturma izni verilmemesi istendi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise rapora karşın MİT’çiler hakkındaki kovuşturmanın devam etmesini istedi.

YARGITAY İZİN İSTEDİ

Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nde görülen, eski 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ile eski Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in de yargılandığı Erzincan davasında, Başbakan Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin yasa dışı dinlendiği iddia edilmişti. MİT Kanunu’ndaki değişiklik nedeniyle Yargıtay kovuşturmayı Başbakan’dan izin alınması için durdurmuştu. Başbakan’ın izninden sonra devam eden davada, Teftiş Kurulu Raporu dikkat çekti.

‘PRENSİPLERE UYGUN’

MİT’ten Yargıtay’a gönderilen raporda şu ifadeler kullanıldı: “3 MİT mensubumuzun hedef haline getirilmesinin göz ardı edildiği, gizli tanık ifadelerindeki çok ağır suçlamalara karşın deliller yeterince araştırılmayarak personelin 6 ay boyunca tutuklu kaldığının anlaşıldığı, gizli tanığın Mart-Nisan 2009’da 4 e-posta gönderdiği, gizli tanık ile görüşmelerin plan ve prensiplere uygun gerçekleştiği, kovuşturmanın devamı için izin verilmemesi gerektiği.”

FETULLAH GÜLEN DOSYASI /// YENİ ŞAFAK’TAN MÜTHİŞ İDDİA : Türk Solu dergisinin paralel yapı bağlantısı deşifre oldu !

Türk Solu dergisi ile paralel yapılanmaya bağlı polislerin bağlantısı deşifre oldu. 17 Aralık komplosunun ardından görevden alınan polisler ile dergi yöneticileri Skype üzerinden temas kuruyor. Görüşmelerde paralel yapılanmanın Türk Solu’na talimatla yazı yazdırdığı belirlendi

Ergenekon soruşturması sırasında Ankara’da ‘Ordu Göreve’ pankartı açarak kamuoyu algısı oluşturan Türk Solu Dergisi ekibinin paralel yapıyla ilişkisi deşifre oldu. İstihbarat birimleri paralel yapıya mensup polisler ile Türk Solu yöneticilerinin ’22 kezden fazla olmak üzere’ Skype üzerinden defalarca iletişime geçtiği belirlendi. Bu temaslara paralel olarak Türk Solu yayın politikasında değişikliğe gitti. Dergi, hükümet darbesini hedef alan yolsuzluk kılıflı operasyonlarda paralel yapıya destek vermeye başladı.

ÇULHAOĞLU’NA SAVCI DESTEĞİ

Aydınlık grubundan ayrılarak ulusalcı solda yeni bir akım oluşturmaya çabalayan Gökçe Fırat Çulhaoğlu yaptığı sansasyonel, hakaret içerikli ve ırkçı yayınlara rağmen şu ana kadar herhangi bir hukuki yaptırıma maruz kalmadı. Ergenekon soruşturması sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a silah hedefi doğrultulmuş bir kapak yayınlayan dergi özellikle Türkiye’de yaşayan Kürtlere de ırkçı propogandalara imza atmıştı. Son olarak 2013 Ekim’inde Başbakan’a ‘PKK Eşbaşkanı’ diyen ve Erdoğan’ı PKK yönetici olarak resmeden Türk Solu hakkında Başbakan’ın avukatları tarafından suç duyurusunda bulunulmuştu. Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yayını düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirerek soruşturmaya takipsizlik verdiği öğrenildi.

YENİDEN YARGILAMAYA DA KARŞI

‘Ulusalcı-Sosyalist-Kemalist br çizgide’ olduğunu iddia eden dergi son günlerde Eegenekon ve Balyoz yargılamaları ile ilgili gündeme gelen yeniden yargılama konusunda açık bir karşı duruş sergilemeye başladı. Tayyip Erdoğan’ın Doğu Perinçek’e görev verdiğini iddia eden dergi, Perinçek’in dışarı çıkarılıp CHP’yi bölmek için görevlendirildiğini öne sürdü.

Talimatlar Skype’tan

Paralel devlet bağlantılı polis şeflerine yönelik yürütülen soruşturmada polisler ile Çulhaoğlu’nun irtibatları deşifre oldu. Güvenli olduğu gerekçesiyle Skype üzerinden yapışan çok sayıda görüşmede paralel yapılanmanın Türk Solu’na talimatla yazı yazdırdığı belirlendi.

İşçi Partisi içinde siyasi çalışmalar yapan Çulhaoğlu, MİT ajanı olduğu gerekçesiyle partiden kovulmuştu. İP macerasının ardından Türksolu isimli dergiyi çıkarmaya başlayan Çulhaoğlu, CHP’den de ‘teklif’ aldı. Çulhaoğlu bir dönem CHP içinde de bulunmuştu.

Cemaate destek istedi

Derginin sahibi Gökçe Fırat Çulhaoğlu son yaşananlarla ilgili ilginç bir yazı yazarak okuyucularına açıkça cemaatten yana tavır almalarını istedi. ‘AKP ile Cemaat’in savaşı, bu savaşın dışındaki güçleri taraf tutmak zorunda bırakıyor’ diyen, Çulhaoğlu şu ifadeleri kullandı: ‘Aslında tablo çok net. Türkiye’de iktidar devrilecek. Tayyip Erdoğan ne kadar dirense de, ne kadar hukuku ortadan kaldırsa da, baskı yapsa da, hile yapsa da yıkılacak! Çünkü ABD artık Tayyip’i istemiyor. Ergenekon tertibinde Türk Ordusu tek bir kurşun atmadan teslim oldu! Ama Cemaat gördünüz Tayyip’e savaşacak cesareti gösterdi. Ve neyi gösterdi bize? Demek ki bir savcı bile pek çok şeyi başarabilirmiş.’Alışverişimi Türk’ten yapıyorum param PKK’ya gitmiyor’ adında bir kampanya başlatan Çulhaoğlu’nun sahibi olduğu derginin eski Genel Yayın Müdürü Erkin Yurdakul 2003 yılında evinin penceresinden atlayarak intihar etmişti.

Cihat Arpacık / Yeni Şafak

MEDYA DOSYASI /// KEREM ALTAN : Haydi Yıldıray, daha yüksek sesle: ‘Ordu göreve’

Yok, henüz “ordu göreve” diye ortaya çıkmadı ama yakındır. Yaşadığı düşüşün arkasından böyle bir çığlık atması da muhtemeldir.

Başbakanı’nın hukuksuzluklarını kapatmak için dört elle sarıldığı Kemal Kerinçsizler’le birlikte yakında görürüz kendisini meydanlarda.

Yıllarca çalıştığı Taraf Gazetesi hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunanlara “cephane” sağlayan yazılar yazdıktan, “o belgeyi yayınlamak suçtur” diye yol gösterdikten sonra artık her şey mümkün.

PKK itirafçılarını hatırlarsınız…

Ergenekon terör örgütünün tetikçiliğini yaptılar yıllarca. Kendileri de Kürt olmalarına rağmen “aldatıldık, kandırıldık” diyerek Ergenekon’un emrine girip yüzlerce Kürdün canına kıydılar, faili meçhul cinayetlerin tetikçiliğini üstlendiler.

Yıldıray Oğur da sonunda onlara benzedi. “Kandırıldım, kullanıldım” diyerek “milli orduya kumpas” yalanının arkasına takıldı. Bir zamanlar “askeri vesayete” birlikte karşı çıktıklarına pusu kurmaya uğraşıyor şimdilerde.

“Milli ordunun” tertemiz olduğuna inanmamızı bekliyor. Darbe planlarını, darbeleri, faili meçhulleri, öldürülen vatandaşlarımızı, suikastları unutmamızı istiyor “kullanışlı aptal”.

Kendisine “kullanışlı aptal” dememin sebebi yukarıda saydığım anlaşılmaz beklentisi değil tabii ki.

“Kullanışlı bir aptal” olduğunu kendisi yazdı. Gazete yazısından ziyade “kullanışlı eleman” arayanlar için yayınlanmış bir ilan metni gibiydi yazdıkları.

“Bir insanın, göğsünü gere gere kullanışlı olduğunu itiraf edebilmesi için acaba ne kadar kullanışlı olması gerekir?” sorusunu şimdilik bir kenara bırakıp devam edelim.

Yıldıray “kullanışlı bir aptal” olduğunu öyle durup dururken keşfetmedi.

Yaşam koçu, akıl hocası, hatta belki de işvereni olan Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın, yolsuzlukların üstünü örtmek ve iktidarın kaybettiği önemli bir ortaklığın yerini kirli bir ittifakla doldurmak adına “milli orduya kumpas” lafını ortaya atmasından sonra, “Hakikaten amma da kullanışlı aptalmışız” diye ani bir aydınlanma yaşadı.

Galiba zamanlama bu defa gerçekten manidar oldu.

Akdoğan bu sinsi yola sapar sapmaz Yıldıray bir anda “kullanışlılığını” ilan etme ihtiyacı duydu.

Akdoğan’ın o manevrası Yıldıray’ın birdenbire kendisiyle ilgili “gerçeği” keşfetmesini sağladı.

Akdoğan’ın gücünü de takdir etmek gerekir, bir insanı bir cümleyle değiştirebilecek bir kudrete sahip adam.

Eğer hükümeti çok zor duruma düşüren yolsuzluk skandalı patlamasaydı Yıldıray’ın “vicdanının” o kurnaz mı kurnaz sesini belki de hiç duyamayacaktık.

Siyasi iktidarın çıkarlarına endekslenmiş böyle bir vicdanın, siyasi iktidarın her söylediğinin doğruluğuna iman eden böyle bir kullanışlılığın ve siyasi iktidarla birlikte bir yandan bir yana savruluşun tek nedeninin “vicdan” olduğuna insanların inanmasını bekleyen böyle bir aptallığın pek kolay bulunmayacağını da söylemeliyim.

Şimdilerde kendisi “Kafes ve Askeri Casusluk davaları için pişmanlığımı dile getirdim” dese de Yalçın Akdoğan’ın “milli orduya kumpas” saçmalığını ilk dillendirdiği günlerde, Balçiçek Pamir’in programına çıktığında, özellikle herhangi bir dava ismi söylemeden, “Artık bundan önceki davalara da şüpheyle bakıyorum” dediğini kendi kulaklarımla duydum.

Ergenekoncular ve darbeciler için açılmış bütün davaları bir şüphe bulutunun içine gömdüğüne bizzat şahit oldum.

Belki de sonradan abilerinin uyarısıyla, tüm cephaneyi bir anda bitirmemek adına davalardan dava beğendi.

Ama yine de Yıldıray’ın kurnazlığının altını çizecek bazı soruları kısaca sormakta da yarar var tabii.

Örneğin hazır vicdanının sesini dinlemeye başlamışken, neden Başbakanı’nın hapishanede olmasından sık sık yakındığı “milli ordu”nun eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a mahkumiyet yolunu açan “internet andıcı” haberi hakkındaki düşüncelerini hala açıklamadığını merak ediyor insan.

O haber de yalan mıydı? Bir kullanışlılığın sonucunda mı ortaya çıkmıştı? “Milli orduya” kurulmuş bir kumpas mıydı?

Yoksa gerçek miydi? Eğer gerçekse, “milli orduya kumpas kuruldu” lafının bir yalan olduğunu düşünmek mi gerekir? Akdoğan yalan mı söyledi?

Niye bu konuya hiç değinmiyor Yıldıray?

Belki de şimdilik o konuyla ilgili bir komut gelmedi kendisine. Başbakanı’nın ileride çıkması muhtemel bir başka hukuksuzluğunu kapatmak için her ihtimale karşı cebinde tutuyor sanırım bu “pişmanlığını”.

Şimdi bir de “ben özeleştirimi yaptım, başkaları da yapmalı, hesabını veremezler” diyor.

Hesap verme konusuna girebilecek kadar cesur olması şaşırtıcı tabii.

Gezi’de ölenleri Başbakanı uğruna görmezden gelmenin, ayakkabı kutularından fışkıran dolarlardan Başbakanı’nın hayrı için hiç söz etmemenin, Roboski’de öldürülen 34 insanın felaketine hiç değinmemenin, iktidar olmanın gücünün kullanıp mahkeme emirlerini dinlemeyerek açıkça hukuku katledenleri savunmanın, bu korkunç suçları işleyenlerin “kullanışlı” neferi olmanın hesabını kendisi nasıl verecek?

Siyasi iktidar değiştikten sonra bir başka “ben o zaman kullanışlı aptaldım” açıklamasıyla bunları da geride bırakacağını mı düşünüyor acaba?

Bu, tam da onun “kullanışlı” kurnazlığına uygun olur aslında.

Bu arada hazır konu “kullanışlı” olmaktan açılmışken…

Yıldıray gibi geçmişlerine ihanet edip koşa koşa yolsuzluklarla kirlenmiş bir iktidarın yanında saf tutan Markar (kendisinden yakında “Ermeni soykırımı büyük bir yalandır” konulu bir yazı gelirse hiç şaşırmam), Melih ve Kurtuluş’tan hala aptallıklarıyla ilgili bir itiraf gelmemesi de düşündürücü.

Yoksa onlar Yıldıray kadar aptal değil mi?

ERGENEKON DAVASI /// ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ : ‘Ergenekon’dan çıkış yok’

Balyoz ve Ergenekon sanıkları tutukluluğu 5 yıla indiren düzenlemeden yararlanamayacak.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “Tutuklamanın başladığı tarih ile mahkûmiyet kararı verilene kadar süre tutukluluktur. Karardan sonra temyizde geçen süre buna dahil değildir, hakkında hüküm bulunanları kapsamamaktadır” dedi.

ADALET Bakanı Bekir Bozdağ, tutukluluk süresini 5 yıla indiren düzenlemeden Balyoz ve Ergenekon sanıklarının yararlanamayacağını söyledi. Bozdağ, “Tutuklamanın başladığı tarih ile mahkumiyet kararı verilene kadar süre tutukluluktur. Karardan sonra temyizde geçen süre buna dahil değildir. Yani hakkında hüküm bulunanları kapsamamaktadır. İlk derece mahkemelerinin karar verdiği süre hesap edilecek. Karar tarihinde karar verilmişse dışında. Beş yılın üzerinde tutuklu bulunan kişi sayısı 130” açıklamasını yaptı. Bozdağ, dün televizyon temsilcileriyle yaptığı toplantıda pakete ilişkin soruları şöyle yanıtladı:

“Özel yetkili mahkemelerde 5 bin 600 dava var. Bunlar ağır ceza mahkemelerine devredilecek. Hakimlerin atamalarını HSYK yapacak. Hangi dosyanın hangi mahkemeye verileceği otomatik olarak UYAP’tan yapılacak. Önümüzdeki hafta komisyondan çıkacak, bir hafta sonra da yasalaşacak. Türkiye’de 133 ağır ceza mahkemesi var. Mahkemeler terörle mücadelenin aracı değil, adaletin tahakkuk ettiği yerlerdir.

HATIRLATMAK GÖREVİM

Başsavcıya ben anayasayı, hukuku anlattım. Soruşturmanın gizliliği insanların haysiyetini, hukukunu korumak içindir. Adalet Bakanı olarak canlı yayında soruşturma izleyip, başsavcıyı arayıp yasaları hatırlatmak benim görevimdir. Soruşturmaya müdahale etmek değildi yaptığım. Kimsenin buna mani olma gücü yetkisi yoktur. Benim söylediğim bu eğer bu suçsa başım gözüm üstüne. Bugüne kadar bir tane Adalet Bakanı gösterin ki cumhuriyet savcısını aramamış olsun.

Başsavcı, benim konuşmamı benim rızam dışında tutanak tutuyor, onu ifşa ediyor, arkasından daha da kötüsü 32 tane klasörü buna ekleyip gönderiyor. Bana da gönderdi, iade ettim. Sonra aynısını Meclis’e gönderiyor. Savcıya kimse sormuyor, siz bu 32 klasörü Adalet Bakanıyla ilgili olmadığı halde fezlekelerin arkasına niye koyuyorsunuz? Benim hukuk içinde yaptığım bir iştir, hukuk dışında bir iş yapmadım. Kılıçdaroğlu, Bülent Tezcan tutanakları aldı okudu, kim verdi tutanakları bunlara? Kılıçdaroğlu, ‘fezlekeler elimizde satır satır okuduk’ diyor. Hukuk devletiyiz biz, fezlekeler nasıl ana muhalefet partisinin elinde olur? Evrakları kim getirip de dosyanın içerisinden veriyor. Bunlar zaman içinde ortaya çıkacaktır.

ONU DA İADE ETTİM

Adana’dan da benim hakkımda fezleke geldi. Onu da iade ettim. Onu da aramıştım. Bir ihbar gelebilir, TIR’ın olduğu yere gittiniz, o zamana kadar MİT’le ilgili olduğunu bilmiyorsunuz diyelim. MİT ile ilgili olduğunu öğrenince yapacağınız iş belli. Tutanak tutulur, savcı devam etmek istiyorsa soruşturma için izin ister. Açık kuralı birileri çiğnerse başsavcının denetim ve gözetim yetkisi var. Kesinlikle Adana’da savcı, hukuku ayaklarının altına alıp çiğnemiştir. MİT, bir yerden bir yere TIR götüremeyen aciz duruma düşürüldü.”

CEMAAT & AKP SAVAŞLARI /// ALİ KARAHASANOĞLU : Husumeti derinleştiren dershane mi, 17 Aralık mı ?

Veya tam karşı cepheden dile getirilen, aynı itirazın değişik versiyonu: “Şimdiye kadar övdüğünüz AK Parti iktidarını, şimdi birden bire niye yerden yere vuruyorsunuz?”

Bu iki söylemin de altını dolduracak, o kadar bol malzeme var ki..

Çok eski yıllara gitmeye gerek yok..

Fetullah Gülen’in, daha Ekim ayı sonunda, rahatsızlığı sebebi ile kendisine geçmiş olsun dileğinde bulunanlar için yayınlattığı “teşekkür”de söyledikleri..

Bunlara baktığınızda…

“Ortada iki ayrı grup var.. Bunlar birbirine hasım insanlar.. Birbiri ile kavgalı, hatta düşman haline gelmiş yapılanmalar..”

Diyebilir miydiniz?

Aynı şekilde..

O günlerde. Başbakan’ın, Fetullah Gülen’e yönelik sözlerini dinlediğinizde, “Kısa süre sonra, bu insanlarla kavgalı hale gelebileceği”ni tahmin edebilir miydiniz?

Mümkün değil..

Her iki tarafın da, birbirleri lehine yaptıkları konuşmalar, hepimize çok doğal, çok tabii geliyordu..

Dolayısı ile..

Kimse “Ama 4 ay önce bak sen ne diyordun. Hocamızı nasıl övüyordun” diyerek karşı tarafı susturacağını sanmasın..

Çünkü aynısını, karşı taraf da size söyleyebilir: “4 ay önce bakın sizin Hocanız, Başbakanımızı nasıl övüyordu!”

O zaman sorunu çözmek için..

İplerin koparıldığı olayı tespit etmemiz lazım..

Hem o olayı tespit etmemiz lazım..

Hem de “birbirine gülücükler yollayan iki grubun düşman haline gelmesine sebep olan tarafı/atağı” belirlememiz lazım..

Olay, “dershaneler” mi?

“Dershanelerin kapatılmak istenmesi” mi?

Öyle gibi görünüyor.. Gösterilmek isteniyor..

Ve dolayısı ile, kavgada ilk hamlenin AK Parti’den geldiği izlenimi doğuyor..

Olayın biraz arka planını irdelediğinizde ise..

Dershanelerin kapatılması ile ilgili vaadin, AK Parti’nin kuruluşundan bu yana yapılageldiğini..

Seçmene verilen taahhüdün hayata geçirilmesi için atakta bulunulduğunu..

Özellikle de, dershanelerin kapanmasında tek muhatabın Gülen grubu olmadığı, onların sadece % 25 paya sahip oldukları, gerçeği karşısında..

AK Parti’nin, Gülen grubuna yönelik kasti bir hamlesinden bahsedebilmek, hayli zor.

Kaldı ki.. Dershaneler kapatılırken, özel okula dönüşmeden tutun, akademik liseye kadar onlarca alternatif çözüm teklif edildi.

Dershanelerin kapatılma sürecine girilmesinin, Gülen grubunu kızdıran bir gelişme (haklı olmasalar da) olduğunu söyleyebiliriz ama.. Sadece kızdıran bir atak..

Hepsi o kadar..

Tümü ile Gülen grubuna yönelik bir atak olmamasının.. Esnek tekliflerle ve zamana yayılan çözüm önerilerinin varlığının altını çizip..

Buraya bir nokta koyalım..

Bir de karşı cenah açısından olaya bakalım..

Tartışmanın başlangıcını, 17 Aralık karanlık operasyonuna bağlayanların penceresinden bakalım…

İşte tam bu noktada.. Dershane konusundaki yaklaşımın tam aksine.. Ne esneklik görüyoruz. Ne alternatif bir teklif.. Ne zamana yayılan bir süreç..

Olduğundan çok çok abartılı..

Direkt devirmeye yönelik..

Anında götürmeyi amaçlayan bir hamle söz konusu..

Dershanede, tüm grupların okula dönüşmesi teklif ediliyor.

17 Aralık’taki karşı atağın hedefinde ise, tüm siyasi partiler değil, sadece AK parti hedefte.Hatta sadece Başbakan hedefte…

Dershanelerde, hükümetin esnek ve farklı teklifleri var..

17 Aralık operasyonunda ise, acımasızca, gaddarca, haince bir saldırı var..

Dershanelerde, zamana yayılan bir süreç var.. 10 senedir beklenmiş. Şimdi de “1-2 yıl içinde süreç tamamlansın” deniyor.

17 Aralık karşı atağında ise, ansızın geliştirilmiş, hatta hızlandırılmış, üç ayrı tarihte yapılması gereken operasyonun birleştirildiği bir hinoğluhinlik var!

Dershane tartışmasında, farklı teklifler dinleniyor. “Ne yapabiliriz”in arayışı yapılıyor..

17 Aralık hıyanetinde ise, “Ben vurdum mu, deviririm. Kimse benim önümde duramaz” mantığı ile hareket ediliyor..

Sonuçta, herkes kendi penceresinden olaya bakacaktır..

Ama objektif göz, “dershane” ile “17 Aralık operasyonu” arasındaki farkları rahatlıkla görecektir..

AK PARTİ DOSYASI /// Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne : “Ak Parti oyları satın alıyor”

Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne Ak Parti’nin oyları satın aldığını iddia etti. Mümtazer Türköne Ak parti oyları satın alıyor dedi. Ak parti oyları satın mı alıyor?

Hükümet ve Fettullah Gülen Cemaati arasındaki kavga devam ediyor. Fetullah Gülen Cemaatinin yayın organı Zaman gazetesi hükümete attığı manşetlerle, köşe yazılarıyla ve haberlerle hergün yükleniyor. Bu sefer köşe yazarı Mümtazer Türköne’den bir iddia geldi.

AK Parti oyları satın alıyor! Bu suçlama yıllarca muhalefet partileri tarafından dile getirilmişti ancak bu defa Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne’den geldi. Türköne bu defa AK Parti‘nin seçim yardımlarını hedef almakla kalmadı AK Parti‘nin yalnızca bunun için, oy satın alma odaklı dev bir fon oluşturduğunu iddia etti. Türköne’ye göre bunun adı, milli irade hirsızlığı!

Başbakan’ın son zamanlarda fetiş haline getirdiği “millî irade”ye, sandık dışından gelen müdahaleleri “hırsızlık” olarak nitelemesi manidar.

Askerî vesayet döneminde bu müdahalelere “gasp” adını vermiştik. Hırsızlığı gasptan ayıran, punduna getirip gizli-saklı ve kimseye çaktırmadan yapılması. Siyaset büyük ölçüde yoğunlaştırılmış ekonomi olduğu için ikisinin de amacı halka ait ortak zenginliğe el koymak olunca, benzetme yerine oturuyor. Başbakan’ın “gasp” yerine “hırsızlık” teşbihi, zihninin yolsuzluk soruşturmaları ile meşgul olduğunu gösteriyor. Yine de benzetmesinde bir yanlışlık var; çünkü bizatihî yolsuzluk soruşturmaları “millî irade hırsızlığı” suçunu konu ediniyor.

Hafta sonu ana memleketim Ankara Çubuk’ta idim. Çarşı’da ayak üzeri konuştuğum MHP belediye başkan adayı Hayati Hoca’nın çevresindekilerden biri, bu “millî irade hırsızlığı”nın somut karşılığını anlattı.

8 bin haneye “seçim yardımı” gideceğini duymuşlar. Bir başkası rakamın 12 bin olduğunu öne sürdü. Her seçimde gündeme gelen bu iddiayı bu sefer yolsuzluk soruşturmaları ile birlikte düşünmemiz lâzım. Soruşturmalara dair ortaya sökülüp saçılan bilgi kırıntıları, BAŞBAKAN’IN SEÇİM KAZANDIRACAK DEV BİR FONU VAR

Başbakan’ın dev bir havuz sistemi oluşturduğunu gösteriyor. Devlet rantı üzerinden oluşturulan bu fon kritik yerlerde seçim kazandıracak kadar büyük. Kamu kaynakları ile işleyen siyasî patronaj, öncelikli olarak oy satın almayı hedef edinir.

AK Parti bugün kendisini destekleyen tarikat ve cemaatlere işte bu kamu kaynaklarını cömertçe aktardı. Hayır işleri için ihalelerden komisyon almaya şer’î cevaz veren fetva sahibinin, aynı zamanda cemevlerinin ibadethane statüsünde olmadığına fetva veren kişi olması tesadüf olabilir mi? Birini devlet üzerinden iktidara bağlamış, öbürünü de iktidara yakın olmadığı için devletin uzağına göndermiş oluyorsunuz. Bu şer’î cevazları sadece sandığa yansıyan somut kısmıyla yorumlamayı deneyin. Karşımıza çıkan bir demokrasi usulsüzlüğü ve yolsuzluğu değil mi? Tam da Başbakan’ın “millî irade hırsızlığı” dediği şey. Doğru: Bu hırsızlık mutlaka engellenmeli.

CHP MİLLETVEKİLİ ATİLLA KART : 7 Şubat 2014 Basın Duyurusu YÖK Eliyle de “Sansür” ….

7 Şubat 2014

Basın Duyurusu ;

YÖK Eliyle de “Sansür”….

7 ubat 2014 basn duyurusu YK Eliyle de Sansr.doc
7 ubat 2014 basn duyurusu YK Eliyle de Sansr.pdf

SURVEILLANCE : British spy agency hit targets with ‘false flag’ attacks and ‘honey traps,’ new leak shows

National Security Agency (NSA) documents taken by Edward Snowden and obtained by NBC News reveal that the British spy unit known as the Joint Threat Research and Intelligence Group (JTRIG) developed and deployed offensive strategies that included hacking social networks, spying on journalists and diplomats, and using the promise of sex to lure targets into “honey traps.”

The agency’s goal was to “destroy, deny, degrade [and] disrupt” threats by “discrediting” them.

In addition to planting viruses and launching ‘denial of service’ attacks against targets, JTRIG and affiliated organizations also ran numerous “false flag” operations in which they hacked into the social media accounts of presumptive threats and altered them, as shown in the slide — obtained by NBC — below:

The documents obtained by NBC do not, however, detail any successful operation in which these tactics were used, though they did specify that such tactics had been a “major part” of the agencies’s recent offensives.

The documents also indicate that the British government’s communications agency, the GCHQ, has begun to engage in espionage operations that previously fell under the aegis of MI5 and MI6.

According to the documents, GCHQ engineered a computer virus called “Ambassadors Reception,” which was deemed “very effective” at paralyzing targets’s computers.

Another technique, known as the “honey trap,” is claimed in the documents to have been “very successful when it works.”

No specific instance of a “honey trap” working is mentioned in them, but such techniques usually involve isolating a male target and leading him to believe that he has the opportunity to engage in a romantic relationship or clandestine sexual encounter, only to find that the woman he was to meet is an intelligence operative.

The GCHQ issued a statement which read, in part, that “[a]ll of GCHQ’s work is carried out in accordance with a strict legal and policy framework, which ensure[s] that our activities are authorized, necessary and proportionate, and that there is rigorous oversight, including from the Secretary of State, the Interception and Intelligence Services Commissioners and the Parliamentary Intelligence and Security Committee. All of our operational processes rigorously support this position.”

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji